Saturday 19 July 2014

Ölüm Uykusu (Mientras Duermes)

Özlem Öz
Altyazı (Korku Yıllığı 2012)





Cesar bir apartman görevlisi olarak çalışıyor; sevgilisi, arkadaşı hiç kimsesi yok bu hayatta ya da onu mutlu edebilecek bir uğraşı. Kalabalıklar içinde, apartmana girip çıkan gülen yüzler arasında yapayalnız yaşıyor. Apartman sakinlerini dikkatle izliyor, günlük dertleriyle ilgileniyor onların ve oldukça da yardımsever görünüyor. Ama kimsenin bilmediği bir kusuru var Cesar’ın: Ancak başkalarının mutluluğunu bozarak iyi hissedebiliyor. Ve apartman sakinlerinden Clara oldukça mutlu görünüyor.

Gerçi Clara’nın erkek arkadaşı yurtdışından dönünce işler biraz karışıyor, bir miktar kan revan da görüyoruz; böcek fobisi olanlarımızın kabuslarına girebilecek, dişlerimizi fırçalamadan önce lanet okutacak sahneler de yok değil ama seyirciyi korkutmaktan çok rahatsız ediyor ve irkiltiyor bu film. Cesar’ın Clara ile kişisel ilişkilerinden kaynaklı herhangi bir alıp veremediği, eski yaralarla büyüyen bir intikam isteği, hatta görünürde pek bir ilişkisinin bile olmadığı gerçeği filmi daha da irkiltici kılıyor. Bu haliyle film kötülüğü, kurbanla ilişkili intikam vs. gibi “mantıklı” bir nedene değil, birinin, sırf o kendi halinde mutlu olduğu için, buna dayanamayanlardan görebileceği zararlara bağlıyor. Yani haset kaynaklı saf bir kötülüğe. Ve biliyoruz ki haset, haset çeken için de, hasedin nesnesi olan için de epey zehirli bir duygu olabiliyor. Öyleyse, Ölüm Uykusu’nu oldukça irkiltici bir haset filmi olarak görmek mümkün. Biz farkında değilken, haberimiz bile olmadan, hayatımızla oyun oynayanların, manipüle edip bozmaya, darmadağın etmeye çalışanların hemen yanı başımızda olabileceğini hatırlatıyor bu film bize. Yani filmin orijinal adındaki gibi, “biz uyurken” kim bilir neler oluyor... Umberto Eco’nun dizesini ödünç alacak olursak, belki de evimizin en mahrem yerlerine, hatta vücudumuza habersiz-sorgusuz giren “birileri bizi solduruyor”.

Aslında filmi daha da ilginç kılan şu ki, Cesar tüm bunları bir stille yapıyor. İnternette film hakkında yazılan yazılardan birinde bir yorumcu “nasıl olduğunu anlayamadım, rahatsız da oldum bu durumdan ama Cesar’a az biraz sempati duymaktan da kendimi alamadım,” demiş. Evet, belki çok kızıyoruz Cesar’a ama neredeyse Kuzuların Sessizliği’nin Hannibal’ı burcundan etkileyici bir karakter olarak da karşımızda duruyor bir yandan. Karakterden bize kalan bu his, filmin yarattığı atmosfer kadar oyuncunun da başarısı. Her şey bir yana, Luis Tosar’dan tüm bu çelişkileri hissedip bocalayacak kadar derinlikli bir oyunculuk izlediğimizi teslim edelim o zaman. 

No comments: