Saturday 19 July 2014

Frankenweenie

Özlem Öz
Altyazı (Korku Yıllığı 2012)





Frankenweenie, Tim Burton’un Disney Stüdyoları’nda genç bir animatör ve ressam olarak çalışırken 1984’te çektiği aynı adlı kısa metraj filmin, uzun metraj olarak ve üç boyutlu animasyon formatında yeniden çevrimi. Disney yöneticileri kısa metraj Frankenweenie’yi çocuklar için fazla korkutucu bulmuş, gösterime sokmamakla yetinmeyip şirketin kaynaklarını israf ettiği gerekçesiyle Burton’u işten çıkarmışlar. Burton’un bu hayal kırıklığı sonrası başarı dolu kariyeri malum ve şimdi uzun metraj Frankenweenie’yi Disney “sunuyor”!

Muhtemelen Burton’un kendi çocukluğundan izler taşıyan Frankenweenie’nin kahramanı küçük Victor Frankenstein kendi kendine filmler çeken, korku filmlerine ve bilime meraklı, yalnız bir çocuk. Tek arkadaşı köpeği Sparky olan Victor’ın bu durumu, anne ve babasını endişelere gark ediyor. Çünkü o da diğer çocuklar gibi olsun istiyorlar, beyzbol maçlarına gitsin örneğin. Gidiyor Victor ama çok sevdiği köpeği Sparky’nin ölümüyle sonuçlanan feci bir kaza oluyor o gün. Yıkılmış bir halde hayatına devam etmeye çalışan Victor’ın okulda oldukça kafadar bir hocası var: Burton’un taptığı emektar korku sineması yıldızı Vincent Price görünümlü Mr. Rzykroski (bu karakterin, kasabalılara yaptığı “savunma” konuşması unutulmaz!). Mr. Rzykroski’nin verdiği bilim dersinde tartışılan bir fikirden esinlenen Victor’ın yüzü yeniden gülmeye başlıyor ve Sparky’yi hayata döndürmeyi denemeye kararlı bir şekilde eve dönüyor. Victor’un deneyi başarıyla sonuçlanıyor ama sırrının açığa çıkması da uzun sürmüyor ve okul arkadaşlarının onun izinden gitmesiyle ortalık Gamera’dan Gremlinlere korku filmi ikonları benzeri yaratıkların ve yarasa-kedi gibi Burton tuhaflıklarının cirit attığı gerçek bir panayıra dönüyor.

Frankenweenie, fantastik korku sinemasına bir selam olduğu gibi çocukluğun hayal dünyasına da bir güzelleme. Geneli ve finaliyle her düzeyde Frankenstein hikayesini olumlayan bu samimi film, belli ki Burton’un tam kalbinden “sevgi gözyaşları”yla geliyor. Çocukluk, kendini farklı hissetmek, hayallere ve bilime övgü temaları filmde eşsiz bir ahenkle birleşiyor. Tavan arasında yapılan deneylerde, hayvanlar mezarlığındaki sahnelerde gölgelerle, şimşeklerle muhteşem bir görsel estetik yakalanıyor. Çok sevilmiş ve kaybedilmiş olanı geri getirmeye çabalamanın hüznünü taşımak, bunda ısrar etmek; başkalarının tuhaf bakışlarına maruz kalmak ama yine de bildiğini yapmak, küçük Victor’ı Victor ve tabii Burton’u da Burton yapan özellikler.

Korku Kapanı (Storage 24)

Özlem Öz
Altyazı (Korku Yıllığı 2012)





Korku Kapanı, 2012 yılında sinemalarımıza ulaşmayı bir şekilde başarabilmişşük bütçeli B-tipi bir korku/bilim-kurgu filmi. Korku filmlerinde belki de artık yasaklanması gereken (!) yanıp sönen ve cızırdayan ışıklar efekti ile daha açılış jeneriğinde karşılaşınca, klişeler açısından zengin bir film izleyeceğimizi anlıyoruz. Bir radyo sesi dinliyoruz sonra, ardından şiddetli bir gürültüyle sarsılıyoruz. Filmdeki karakterler gibi, biz de ne olduğunu anlamaya çalışırken gökten uçak motoruna benzer bir parçanın düşmekte olduğunu görüyoruz. O yöne doğru ilerleyen bir kadının köpeği garip bir şeyler olduğunu hissediyor ve biz de birazdan köpeğe neler olabileceğini.

Bu açılışın ardından, filmin tamamına yakınını başlangıçtaki garip olaylar sonrası bir depoda (Storage 24) sıkışıp kalmış karakterlerimizin başına gelenleri izleyerek geçiriyoruz. Filmin, District 9’dakileri andıran uzaylı yaratığı, güvenlik görevlileri, ordu ya da NASA’dan bilim insanlarıyla değil, sıradan Londralılarla baş başa bu filmde. Bu sıradan Londralıların sıradan dertleri de var. Ana karakterlerden Charlie, sevgilisinin kendisini neden terk ettiğini önceleri bir türlü çözemiyor örneğin. Oysa “ilişkiler biter, insanlar değişir” diyor yakın arkadaşı Mark. “Beni artık heyecanlandırmıyorsun, mutlu edemiyorsun; bitti, neden anlamıyorsun” diyor eski sevgilisi Shelley. Yani “bir şey olur, herkesin gerçek karakteri ortaya çıkar” vurgusu da var bu tuhaf uzay filminde. Filmin bundan sonrasında hemen her şey aynen beklenebileceği gibi ve oldukça ağır bir tempoda ilerliyor: uzaylı yaratık klastrofobik bir mekanda kötülük saçıyor, kalbi kırık Charlie ise, bu zor koşullarda kahramanca davranıyor. Depoda sıkışıp kalan diğer kişiler arasında, cesurlar da var korkaklar da; hemen pes edenler de var mücadele edenler de; ve hatta, arkadaşını sırtından vuranlar da.

Film, “göstermek”ten de hiç çekinmemiş. Epey kan revanın yanı sıra, uzaylı yaratığı da bol bol, hatta boydan görüyoruz. Attack the Block’taki kadar eğlenceli bir tarzda olmasa da, yer yer absurd komedi unsurları da kullanılmış. Örneğin, uzaylı yaratık arkadan yaklaşırken etrafındakilerin “hadi kapıyı aç” diye tekrar tekrar bağırmaları kapıyı açmaya çalışan karaktere pek yardımcı olmuyor. Başka bir sahnede, filmin renkli karakterlerinden David’den, yaratıkla burun buruna geldiği gergin bir anda şu repliği duyuyoruz: “kötüsün, aynı karım Mary gibi”. Ve filmin başında kocaman bir kurt köpeğini haklayan yaratık, oyuncak versiyonuyla aynı kolaylıkla baş edemiyor. (sinir bozucu oyuncaklar son dönemde korku filmlerinde çok moda gibi!) Filmde izlediğimiz absurd hallere bir diğer örnek ise, filmin “paylaşılamayan kız”ı Shelley’yi yaratığın da uzun uzun süzmesi, yüzüne dokunması, neredeyse yanağını okşaması.

“Sıkışık mekanda uzaylıyla mücadele” teması filmde, “zor zamanlarda düzgün davranma/davranamama” temasıyla kol kola gidiyor. En düzgün davranan kişinin, filmin tek siyahi karakteri olması hoş bir detay. “Klastrofobik his” üzerinden çalışan bu filmdeki (filmin geneline hakim bu his, tavandaki yuvarlak havalandırma boruları içinde çekilen sahnelerde daha da baskın) bir diğer hoş detay, filmin zaman zaman karakterlerin gözlerini yakın plana alarak (hatta bazan tek göze zoom yaparak) korkuyu gözlerde göstermeyi denemesi.

Ölüm Uykusu (Mientras Duermes)

Özlem Öz
Altyazı (Korku Yıllığı 2012)





Cesar bir apartman görevlisi olarak çalışıyor; sevgilisi, arkadaşı hiç kimsesi yok bu hayatta ya da onu mutlu edebilecek bir uğraşı. Kalabalıklar içinde, apartmana girip çıkan gülen yüzler arasında yapayalnız yaşıyor. Apartman sakinlerini dikkatle izliyor, günlük dertleriyle ilgileniyor onların ve oldukça da yardımsever görünüyor. Ama kimsenin bilmediği bir kusuru var Cesar’ın: Ancak başkalarının mutluluğunu bozarak iyi hissedebiliyor. Ve apartman sakinlerinden Clara oldukça mutlu görünüyor.

Gerçi Clara’nın erkek arkadaşı yurtdışından dönünce işler biraz karışıyor, bir miktar kan revan da görüyoruz; böcek fobisi olanlarımızın kabuslarına girebilecek, dişlerimizi fırçalamadan önce lanet okutacak sahneler de yok değil ama seyirciyi korkutmaktan çok rahatsız ediyor ve irkiltiyor bu film. Cesar’ın Clara ile kişisel ilişkilerinden kaynaklı herhangi bir alıp veremediği, eski yaralarla büyüyen bir intikam isteği, hatta görünürde pek bir ilişkisinin bile olmadığı gerçeği filmi daha da irkiltici kılıyor. Bu haliyle film kötülüğü, kurbanla ilişkili intikam vs. gibi “mantıklı” bir nedene değil, birinin, sırf o kendi halinde mutlu olduğu için, buna dayanamayanlardan görebileceği zararlara bağlıyor. Yani haset kaynaklı saf bir kötülüğe. Ve biliyoruz ki haset, haset çeken için de, hasedin nesnesi olan için de epey zehirli bir duygu olabiliyor. Öyleyse, Ölüm Uykusu’nu oldukça irkiltici bir haset filmi olarak görmek mümkün. Biz farkında değilken, haberimiz bile olmadan, hayatımızla oyun oynayanların, manipüle edip bozmaya, darmadağın etmeye çalışanların hemen yanı başımızda olabileceğini hatırlatıyor bu film bize. Yani filmin orijinal adındaki gibi, “biz uyurken” kim bilir neler oluyor... Umberto Eco’nun dizesini ödünç alacak olursak, belki de evimizin en mahrem yerlerine, hatta vücudumuza habersiz-sorgusuz giren “birileri bizi solduruyor”.

Aslında filmi daha da ilginç kılan şu ki, Cesar tüm bunları bir stille yapıyor. İnternette film hakkında yazılan yazılardan birinde bir yorumcu “nasıl olduğunu anlayamadım, rahatsız da oldum bu durumdan ama Cesar’a az biraz sempati duymaktan da kendimi alamadım,” demiş. Evet, belki çok kızıyoruz Cesar’a ama neredeyse Kuzuların Sessizliği’nin Hannibal’ı burcundan etkileyici bir karakter olarak da karşımızda duruyor bir yandan. Karakterden bize kalan bu his, filmin yarattığı atmosfer kadar oyuncunun da başarısı. Her şey bir yana, Luis Tosar’dan tüm bu çelişkileri hissedip bocalayacak kadar derinlikli bir oyunculuk izlediğimizi teslim edelim o zaman.