Sunday 22 April 2012

Siyah Kuğu: Denizler Ortasında, Kör Kuyularda

(Özlem Öz Altyazı Korku Yıllığı 2012) Siyah Kuğu filmi, Nina’nın rüyasıyla açılıyor. Ulaşılmaz bir hayal gibi görünen ama çok geçmeden gerçek olan Kuğu Gölü’nde başrol rüyası, o güne kadar annesinin kanatları altında, pembeler içindeki odasında uslu uslu “dersine çalışan” çocuk-kadın Nina’yı karanlık yanını tanımaya zorluyor. Bu rolü mükemmel bir şekilde başarabilmek için, beyaz ve siyah kuğuyu aynı bedende taşıyabilmesi gerekiyor çünkü. Oysa karanlığa bakmak, pek çoğumuz için tehlikeli ve riskli bir şey. Korkutucu da. Siyah Kuğu bir korku filmi sayılabilir mi tartışmalarına dair burada bir not düşelim o zaman: Rüyalarınızda kendinizle karşılaştıysanız bilirsiniz, bundan daha irkiltici ve korkutucu çok az şey var gerçekten. Filmde de, Nina’nın yaşadığı dönüşümle birlikte tanık olduğumuz aynadaki görüntüsünün başka türlü hareket etmesi durumunu, kendimize bakmanın tekinsizliğinin bir işareti olarak yorumlamak mümkün. Film, orijinal Kuğu Gölü hikayesinde saklı “kötücül ikiz”, “kadının gündüz başka gece başka bir şey olması(!)”, “baştan çıkarma” gibi temalara ek olarak “annenin/rakibin yerine geçme”, “mesleki rekabet”, “yaşlanmak/gözden düşmek” ve “mükemmelliyetçilik” gibi son derece ilginç konularda psikanalitik okumalara bol ve zengin malzemeler sunuyor. Örneğin, ukala ve narsisistik direktör Thomas’ın mükemmeliyetçilik üzerine kestiği ahkamlar (“içinden gelen karanlık bir itkiyle hareket eden” Beth, Thomas tarafından “yıkıcı” ama “mükemmel” bulunur; diğer bir siyah kuğu Lily’nin hareketleriyse, Thomas’a göre, belki teknik olarak çok “doğru” değildir ama kendini bırakabildiği, “mış” gibi yapmadığı için “mükemmel”dir), kusurlunun kusursuzluğu teması üzerinden Zizek’i çağrıştırıyor. Kötü ikizini ilk defa keşfe çıkan Nina için “siyah kuğu” olabilme hali, Lily ile lezbiyen sevişme fantezisi sahnesinde tereddüte yer bırakmayan bir açıklıkta ortaya çıktığı üzere, korkutucu olduğu kadar çekici de bir yandan. Aslında hareket ve dans (ve evet, seks), kontrol/kendini bırakma temalarını düşünmek için oldukça elverişli zeminler. Hatırlayalım, kendimizi bırakabildiğimiz zaman güzelleşen dans teması, yakın zamanda sinema perdelerimizde görsel bir ziyafet sunan Pina filminde de bahsi geçen bir konuydu: Pina, dansçılarından birine “Harikasın ama yalnızca biraz daha çılgın olabilmen gerekiyor,” diyordu. Hem, filmde Thomas’ın sorduğu gibi, “Bütün bu disiplin ne için?”. Şüphesiz çok temel bir soru bu ve karşı sorusu Nina’nın annesinin ağzından dökülüyor: “Benim tatlı kızıma ne oldu?” Nina’nın dediği gibi, “O artık yok”. Yani Siyah Kuğu bir bakıma da, bir oyuncakları çöpe atma, nihayet anneye kafa tutma, diğer bir deyişle bir büyüme filmi. Ancak bu, zorlayıcı ve sancılı bir süreç. Ninacığı denizler ortasında, kör kuyularda, bilinmedik diyarlarda bir başına bırakıyor, mahvediyor. Tıpkı küçük kızların onların giysilerini giyerek annelerini taklit etmeye çalışmaları gibi, yıldızı sönmüş, emekliliğe zorlanmış Beth’in rujunu, parfümünü çalarak onun yerine geçmeye çalışan Nina (ki çok iyi biliyor ki, kendi sonu da tıpkı Beth gibi olacak -ve hatırlayalım, Nina’nın annesi de eski bir balerin), işler pek istediği gibi gitmediğinde, başka biri de onun rolünü çalmaya çalıştığında tam anlamıyla dağılıyor. Karanlık yanıyla karşılaşmayı da, rekabette kazanmanın ağırlığını da taşıyamıyor. Başarının çektiği haset ve kıskançlıkla başedemiyor. Ne de olsa, Thomas’ın dediği gibi, beyaz kuğuyu ve siyah kuğuyu aynı bedende taşımak müthiş zor bir iş. Finalde başarılı bir sahne performansı görüyoruz görmesine ama Nina’nın mükemmeliyetçiliğin doruğuna ulaşmasının bedeli de oldukça ağır oluyor. Yazımızı böyle şeyler yalnız Türkiye’de olmuyormuş diye düşündüren bir notla bitirelim: ABD’de mesleğimizi yanlış ve kötü tanıtıyor, o kadar yıkıcı rekabet yok bizde, diyen bazı balerinler filmden rahatsız olmuşlar! Şaka bir yana, film çok önemli konuları çarpıcı ve düşündürücü bir biçimde işliyor işlemesine de, bu konuları kadınlar arası mesleki rekabet vurgulu tartışmanın nahoş bir yanı da yok değil. Barda yeni tanışılan birinin “Siz kimsiniz?” sorusuna “Ben bir balerinim” cevabının verildiği bir dünyada (“Yok, ben adınızı sormuştum” diye bir tepki alıyor!), yani kendimizi ancak mesleğimizle tanımlayabildiğimiz bir dünyada, böylesi bir vurgu şaşırtıcı olmasa da yine de rahatsız edici. Son olarak, rekabet bu kadar başat bir unsursa hayatlarımızda, o zaman pek çok alternatif Kuğu Gölü performansı “ikizleri”yle bu film de rekabet halinde mi acaba diye sorabiliriz belki. Jenerikte isim ve rollerin veriliş hali böyle bir olasılığı düşündürmüyor değil doğrusu.

No comments: