Monday 30 August 2010

Sherlock Holmes'un dönüşü ve sadakat



ÖZLEM ÖZ



Radikal İki


17/01/2010




Guy Ritchie'nin Robert Downey Jr. ve Jude Law'lu 'Sherlock Holmes'u vesilesiyle sevimli dedektifin sinema macerasını hatırlayalım

Polisiye romanın en ünlü dedektifi, Guy Ritchie’nin yönettiği Sherlock Holmes filmiyle uzun bir aradan sonra beyazperdeye geri dönüyor. Ve tabii Dr. Watson, Müfettiş Lestrade ve Lord Blackwood gibi tanıdıklarla. Şu ana kadar beyazperdenin gördüğü en iyi Holmes olarak Basil Rathbone, en iyi Dr. Watson olarak ise Nigel Bruce (yön. S. Landfield, 1939 dizileri; yön. R.W.Neill 1942-46 dizileri) gösteriliyor. Gerçekten de, Sidney Paget’in ünlü dedektif için, hikâyeler Strand Magazine’de yayımlanırken yaptığı ve hafızalarımıza “Sherlock Holmes” olarak kazınan şahane çizimlere “bu kadar olur” dedirten bir uyum gösteren Rathbone, karaktere hem fiziksel açıdan hem de hal tavır olarak tam oturuyor: İnce, uzun, kartal burunlu, erdemli, zarif, eksantrik. Yalnızca enteresan olayları ilgilenmeye değer bulan, keman çalmaktan, pipo tüttürmekten, “kimya köşesi”nde deneyler yapmaktan hoşlanan dedektifimiz, hobi olarak da “arı kültürü” gibi tuhaf konularla ilgileniyor. Holmes detaylara oldukça meraklı. Aynı zamanda hem akılcı hem de gerektiğinde birikime dayalı sezgilere yer vermeyi biliyor ki, bu yanı yaratıcısının tıp kökenini hatırlatıyor. Zaten bilindiği gibi, karakterin esin kaynağı Doyle’un öğretmeni olan bir tıp profesörü. Kendini beğenmiş, hatta kasıntı ama yine de sevimli bir ukala olarak çizilen Holmes karakteri, çevresine karşı oldukça kayıtsız. Olayı çözmeye kilitlendiğinde, başkalarının onun hakkında ne düşündüğü pek de umurunda değildir: Hikâyelerden bazılarında arka arkaya patlayan beklenmedik skandallarla itibarının yerle bir olduğunu görürüz, ancak onun kılı bile kıpırdamaz. Dr. Watson ise alçakgönüllü, içten, sırdaş ve hikâyelerde okuyucunun/seyircinin bir nevi temsilciliğini üstlenen bir karakter olarak çizilir. Holmes’un sadık dostu Watson, başlarından geçenleri yazıya dökme işini de üstlenir ve bu sayede biz de bu yalın ve zarif öyküleri okuma şansına ve keyfine erişiriz. Sinema uyarlamalarında Holmes’u Rathbone dışında, Peter Cushing’den Christopher Lee’ye pek çok ünlü oyuncu canlandırdı. Son filmde Robert Downey Jr. Holmes, Jude Law da Dr. Watson olarak arzı endam ediyor.

Sadakat mevzuu

Sinema uyarlamalarında edebiyat eserine tam bağlı kalmanın zorluğu bilinir. Sonuçta sinema görsel bir sanat ve dedektif janrı örneğinde “bir akıl yürütme diyalogları serisi”ni izlemek pek çoğumuza cazip gelmeyebilir. Ama öte yandan, yine pek çoğumuz “esrarengiz şeyleri dehşetli severiz”. Holmes hikâyelerindeki esrarengiz hava, heyecan ve gerilim düzeyi de, doğrusu sinema uyarlamalarına çok yakışıyor. Zaten iddia edilebilir ki, Holmes hikâyelerinin Zizek’in deyimiyle “sinthom”u akıl yürütme diyaloglarından ziyade bu havada saklıdır. Aslında tam da bu hava, basit ve kolay gibi görünen Holmes öykülerinin taklit edilmelerinin niye bu kadar zor olduğunu da açıklar. Dolayısıyla Holmes’un sinemada benimsenen ilk dedektif figürü olması hiç şaşırıtıcı değil. Şaşırtıcı olan, sanılanın aksine, ilk Sherlock Holmes filmlerinin İngiltere’de değil, ABD ve Danimarka’da çekilmiş olması. Dedektifimizin ilk sinema macerası, 1900’lerin başında ABD’de çekilen hareketli görüntülerden oluşan Sherlock Holmes Baffled adlı 30 saniyelik bir kısa filmdi. Ardından yine oldukça kısa, sekiz dakikalık The Adventures of Sherlock Holmes (1905) geldi. Anlaşılan o ki, Holmes hikâyelerini sinemaya uyarlayan yönetmenler daha bu ilk dönem uyarlamalarında orijinal hikâyelere sadık kalma zorunluluğu hissetmemişlerdi. Örneğin, 1908-1911 yılları arasında çektiği 11 Sherlock Holmes filminde, Danimarkalı yönetmen Viggo Larsen (bu filmlerde ünlü dedektifi bizzat kendisi canlandırır), hikâyelere yeni karakterler eklemenin yanı sıra Doyle’un çizdiğinden çok daha sempatik bir Holmes ve çok daha aktif bir Dr. Watson yorumu sunmuştu. Öte yandan, 1908 ABD yapımı Sherlock Holmes and the Great Murder Mystery aslında bir Poe uyarlamasıydı ama Poe’nun dedektifi Dupin’in yerini bu filmde Holmes almıştı. 1910’larda Fransa’da karakterin yaratıcısı Doyle’un da filme dahil edildiği ve olaylara müdahil olduğu Fransız film dizileri ve Almanya’da 1917-18 yıllarında fantastik ve grotesk unsurlar barındıran Sherlock Holmes filmleri çekilmişti. 1930’lu yıllarda ise, orijinal hikâyelerde kadınlarla pek ilgilenmeyen Holmes’a romantik ilişkiler atfeden filmler çekildiği biliniyor. 1942’ye geldiğimizde Sherlock Holmes and the Voice of Terror filminde Watson’un da evrime uğradığını görüyoruz (maalesef bir çeşit budala komedyene dönüşmüş). Uzun lafın kısası, edebiyat uyarlamaları ve sadakat konusu oldukça çetrefilli. Roloff ve Seesslen, Cinayet Sineması başlıklı kitaplarında Holmes söz konusu olduğunda orijinal öykülere sadakatın hikâyeler güncel ortamlara taşındıklarında pek de mümkün olmadığını belirtiyorlardı: “Viktoryen/Gotik İngiliz fonu olmaksızın Sherlock Holmes kendisi olamıyordu; muammayı çözüşleri çocukça kalıyordu artık; çünkü bu amaçlı akıl yürütmeler, düşünerek sonuca varmalar ancak entelektüel bir “masumiyet” dünyasında insanı şaşırtabiliyorlardı. ... Bilgi sahibi bir toplumda, özellikle suça alışmış bir toplumda, Sherlock Holmes’un sıradan ve biraz komik bir etki yapması doğaldı.” Dolayısıyla, bu bakış açısına göre, Holmes’un gerçek “dönüşü” olay çözmeye değil, ancak kendi çağına ve gotik korku türünün bağrına dönüşle gerçekleşebilir gibi görünüyor.

No comments: